Hikmet Başkaya
- Yelda Kabaklarli
- 4 Ağu 2024
- 2 dakikada okunur
Babamı kahverengi James Bond çantası ile zile "ding ding" diye kısa kısa basması ile hatırlarım. Haftanın neredeyse 7 günü ya dersanede dersleri vardı ya da özel ders veriyor olurdu. Öğrencileri okuldan evlerine geldikten sonra o özel ders saatleri başladığından o zil sesi kısa kısa çalsın diye ne çok beklerdim. Hatta bazen beklerken uyuyakalırdım. Çoğu zaman ertesi gün matematik sınavım varsa, erken yatayım diye sorularımı bir teksir(!) kağıdına yazar, uyur, sabah babamın gece ona yazdığı cevapları, notları okuyarak sınava giderdim.
Sol gömlek cebinde her zaman olan siyah, mavi, kırmızı pilot kalemleri ve gömlek cebi boyutuna kıvırdığı beyaz A4 kağıtları, akşamları cebinden çıkar, sabahları annemin her gün jilet gibi ütülü verdiği yeni gömleğinin sol cebine girerdi. O güzel aklına olur olmaz yerlerde gelen soruları inci gibi yazısıyla o gömlek cebindeki kağıtlara yazar, biriktirirdi. Sonra biriktikçe onları önce yukarıdan aşağı ikiye, sonra paralel olarak dörde veya beşe böldüğü kağıtlara geçirirdi.
Ben liseye başladıktan sonra "Yel, gel bakalım nasıl çözersin bu soruları?" diye beni çağırırdı. Hemen koşup giderdim. Soruyu çözersem gurur duyar,"bak şuradaki detayı kaçırmadın" gibi bir cümle söylerdi. Eğer çözemezsem de hemen bir ipucu verirdi. Sürekli aklına bir soru gelme olasılığı ile o kağıtlar - kalemler hem eşlikçisi olurdu gömlek cebinde.
Üniversite sınavlarının ertesi günlerini hatırlıyorum, o zaman ÖSS, ÖYS derdik.. Koşup biz gazeteyi alırdık, babam bütün matematik sorularını tek tek çözerdi, soru iptal edilmeliyse söylerdi. Hele kendi o A4 kağıtlara yazdığı sorulara benzeyen, bazen de sayılarına kadar aynı olan sorular olurdu. Kıvırdığı gazeteyi ve kendi yazdığı soruyu sessizce bizim önümüze koyardı. En büyük tutkusuydu matematik... Kesirler, trigonometri, integral, geometri, olasılık, kombinezon, OKEK, OBEB o zamanki halleriyle... hepsi.. ben onlarla büyüdüm. Bayılırdım onun o güzel parmaklarıyla yazdığı sekize, ona böldüğü A4 kağıdındaki soruları hatasız çözmeye. Yeşil gözlerindeki gururu yakalamaya... Matematikte en iyi olursam, en gurur duyulacak çocuk olurum sanıyordum. En gurur duyulacak insan....
Sonra büyüdüm... büyüdüm... bir daha büyüdüm. Birlikte grçirdiğimiz zamanlar azaldı.
En büyük pişmanlığımdır; belli bir rutinde baba - kız çıkmalarımız olsaydı... Kah Türk kahvesi içseydik o günlerde, kah rakı - balık yapsaydık. Bol bol konuşsaydık...
Bir gün annem dedi ki, "baban çok zayıflıyor"... Ben kondurmadım bir şey, "az yiyor bugünlerde ondandır, e ama. bi doktora gidin tabii" dedim. Annemin zoruyla yaptığı doktor ziyaretleri (hiç sevmezdi doktora gitmeyi) mecburen peşi sıra takip etti. Anjiyolar, ek tetkikler, lenften parça almak için operasyonlar.. Hepsi bi taraftan. Hiç sevemedi o günleri, hiç.. 3-4 ay önce emekli olan babam hasta olduğunu anladı.. Güya biz söylemiyorduk, ne fayda... Neyi saklıyorduk ki...
Ölümünden haftalar öncesini geliyor gözümün önüne. Odasında o yeşil gözleri dalmış gitmiş, oturuyor. Ve ben panik olup ne diyeceğimi, yanında nasıl duracağımı hiç bilemedim.
Oysa şimdi diyorum ki, keşke ona onu ne kadar çok sevdiğimi defalarca söyleseydfim. Zayıflayan o vücuduna defalarca sımsıcak sarılsaydım.. Ona anılarımızı anlatsaydım, ona sorular sorsaydım, onu dinleseydim.
Ama. o dönem ben kalakaldım.. Onu odasında bırakıp annemin yanına mutfağa koştum, ağladım... O sustu, ben sustum.
Canım babam, yıllar geçse de gidişinden ben seni kalbimin en derin köşesinde hissediyorum. Seni çok seviyorum....
Yel.
Comments